Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu filminin yönetmeni Özer Feyzioğlu ve oyuncular galanın ardından www.cemiyetbursa.com’un sorularını yanıtladı.
Özer Feyzioğlu (Yönetmen)
“Filmin çekimi 4.5 ay sürdü. Bu sadece çekim aşaması tabi. Hazırlığından vizyona kadar geçen süre 1 yıl diyebiliriz. Teknik olarak ortalama çekim sürelerine baktığınızda bu sürede Türk sineması yaklaşık üç film çekiyor. Şaka değil bu. Filmler bir standartta yaklaşık 6 haftada çekiliyor. Bizim sadece 93 çekim günümüz var. Oyunculuklar, dekorlar, ışık ve birçok şeyi için filmi layıkıyla çekmek için gereken süre buydu biz de bu süreyi ayırdık filme. Bu bizim filme ne kadar önem verdiğimizi de gösteriyor. Yarısından biraz daha fazlası Bulgaristan’da çekildi. Mestanlı, Sofya, Plovdiv, Varna’da orijinal mekanlarda çekildi. Naim Süleymanoğlu’nun mahallesinde çektik. Filmde gördüğünüz tarihi olayları birebir yaşandığı yerlerde çekildi. Sofya’da Todor Jivkov’un ofisinde çektik. Meclis sahnesi gerçekten o dönemde bu kararların alındığı mecliste çekildi. Jivkov’un kullandığı makam arabası kapının önünde duruyordu. Bu açıdan filmin özel bir yeri var. Bizim bu filmin değiştiği nokta Mestanlı’da geçirdiğimiz zaman oldu. Mestanlı’da o halkla yüz yüze geldiğinizde, ızdırabı yaşayanlardan o duyguları aldığınızda, bizim de oyuncularımızın da performansını bambaşka bir noktaya yükseldi. Daha samimi bir hale geldi. Bizim için projenin bir noktadan başka bir noktaya geldiği an orada geçirilen zaman oldu. O sahneleri orada çekmek sadece; işte duvar bu duvar, mahalle bu mahalle değil. Ruhunu öyle bir hissettik ki özellikle de oyuncularımızın performansını yukarı çıkardı bu. Orada film kendisini duygu olarak ikiye katladı.”
Hayat von Eck (Naim)
“Projeye başlamadan Naim Süleymanoğlu’nu okulda öğretildiği şekilde; Türkiye’ye olimpiyat madalyaları getirdiğini ve Bulgaristan göçmeni olduğunu biliyordum. Önce senaryodan okudum, ardından duygu programlaması daha gerçekçi olsun diye kişisel olarak tanımaya çalıştım. İnternetten, elimin altındaki kaynaklardan tanımaya çalıştım. Daha sonra onu tanımış insanlar üzerinden tanımaya çalıştım. En büyük destekçim kardeşi Muharrem Süleymanoğlu oldu. Naim Süleymanoğlu insanlık için büyük fedakarlıklar yapmış, kendisini harcamış biri. Hocamızın da söylediği gibi “Kendisini kurban etmiş” bir insan. Fiziksel olarak en çok zorlandığım anlar, filmde görülen halter kaldırma sahnelerinin yüzde 70’ini kapsayan sahnelerdi. Ve doğal olarak antrenmanlardı. Duygusal olarak ise en çok anneyle vedalaşma sahnesinde zorlandım. Hayatını, ailesini kısacası her şeyini geride bıraktığı anı canlandırmak duygusal olarak en çok zorlandığım sahne diyebilirim.”
Gürkan Uygun (Enver Türkileri)
“Naim’i ilk keşfeden antrenör. Belki de çocukluğunu alan insanlardan birisi ama bir ideal uğruna tabi. Çocuk yaşta eline geldiği için hem insani olarak eğitiyor hem sporcu olarak. Kırcaali bölgesinde en yetkili insanlardan biri. Sonrasında Türkiye’ye geliyor antrenörlük yapıyor daha sonra Kazakistan’da da aynı başarıları sergileyen bir hoca Enver Türkileri. Her rolün kendince bir tadı, heyecanı ve duygusu vardır. Çalışma koşulları olarak bambaşka bir ortam olduğunu söyleyebilirim. Normalde filmlerimiz ve dizilerimiz hızlı çekiliyor. Dolayısıyla her şey biraz otomatik oluyor. Burada ise elimizde iyi bir senaryo, iyi bir hoca var. Sizin her yaptığınız, “böyle olur” diye düşündüğünüz her şey kabul görmüyor. Duyguları bir önceki sahneden diğer sahneye taşıyan, daha doğrusu duyguları yaratan yönetmen bir beklenti içine giriyor. Bu anlamda oyuncuyu zorlayan, her şeyin kabul görmediği bir setti. Bu her oyuncu için iyi bir tecrübe. Fiziki olarak zorlanmadım diyebilirim ama duygusal sahneler bütün oyuncuları olduğu gibi beni de zorladı.”
Yetkin Dikinciler (Süleyman Süleymanoğlu)
“Genellikle baba-oğul ilişkisi zordur. Benim kişisel tarihimde oynadığım Babam ve Oğlum filmi de bu ilişki üzerine kurulmuştur. Naim’i anlatırken nasıl sadece iyi bir sporcu, rekortmen bir insan olduğunun ötesinde büyük insanlık ailesinin bir parçası olduğunu anlatmaya çalıştık. Burada Naim’in yetiştiği ailenin de büyük bir önemi var. Bu çocuklar, insanlar gerçekten “sadece bizim hayatımız iyi olsun da başka ne olursa olsun” demiyorlar. Niye öyle? Çünkü öyle bir ailede yetişiyorlar. Hatice, Süleyman vicdanlı insanlar. Bu insanlar konu komşudan başlamak üzere mazlumun derdini de dert edebilen, duygudaşlık kurabilen insanlar. Benim bu rolü oynarken de en büyük rehberim o oldu. Ben her şeyi anlamaya çalışan bir Süleyman olmalıydım. Buna aile içindeki şefkat de dahil. Ama en başında söylediğim gibi zordur baba-oğul ilişkisi. Analar daha sıcaktır, kucaklayıcıdır. Babaların belli bir mesafesi vardır. O mesafe fizikseldir sadece, nerede olursa olsun yürek aynı atar. Biz şahit olduğumuz bir başarı hikayesi anlatıyoruz. Bize yaşattıklarını yaşıyoruz zaten. Sportif başarılarını kuşak olarak yaşayanlar yaşadı, yetişemeyenler de araştırıp bulabilirler. Ama bunları yaşatmak için neler yaşadı? Bu film onun için var. Nasıl bir ev, hayat, ortam… İçinden geçtikleri zaman dilimi ve yaşadıkları coğrafya. İnsanı var eden sadece kendi ailesi, eğitim vs. değildir. Dünya nasıl dönüyorsa ruhumuz da öyle dönüyor. O dönem dünya çok kötü dönüyordu onlar için. Gittikçe de kötüleşmeye başladı o yıllar. Süleyman Süleymanoğlu buna kol kanat germeye çalışan bir babadır. Bence bunu da çok gösterişsiz ve naif bir şekilde yapmıştır. Naim’in nasıl bir ailesinin olduğunun da işaretidir. Sanki o ağırlıkları kaldırmamış gibi gülümsemez miydi bize Naim. Sanki az önce bir çiçek koparmış gibidir. Yine mesleki bir örnek olacak ama Müşfik Hoca bize “Öyle oynayın ki seyirci bunu ben de yaparım desin” demişti zamanında. Naim ağırlıkları öyle kaldırdı ki herkes ben de kaldırırım zanneti. Bu doğallık ve samimiyettir Naim’i diğer sporculardan ayrı kılan. Rakiplerinin de saygı duyduğu bir sporcu haline getiren. Ben, bana bir şey katacağı için projelerde rol alıyorum. Bu film de içimde bir yerleri harekete geçireceği için hikaye anlatıldığı zaman oynamaya karar verdim. Her rol bana bir şey katıyor ama bu sefer biz çekimler süresinde sadece kendi karakterimizi yaratmak için değil ekip olabilmek için en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyin bahşedilmiş olduğunu gördük. Yönetmenin bizden daha fazlasını istemesini. Hatta yüreğimizdekini istemesini. Bu çoğu kez ıskalanan bir şeydir. Biz Özer Feyzioğlu’nun yüreğini ne kadar açtığını gördüğümüz için yüreğimiz açmaya karar vererek çalıştık. Bu da seyircinin yüreğine dokunan bir hale getirdi filmi. İzleyici olarak oturdum galada ve bunu gördüm. Bana en büyük katkısı “Bir iş yürekten yapılırsa, yüreklere dokunurun” bir kez daha ispatı oldu.”
Selen Öztürk (Hatice Süleymanoğlu)
“Ben hayatını bu film vesilesiyle öğrendim ve duyduğum hikâyeler doğrultusunda bir yolculuğa çıktım. Çekimlere başlamadan üç gün önce Mestanlı’ya gittim. Konuşabildiğim kadar insanla konuştum. Bulgaristan Türklerinin aksanını çalıştım. Zaten bilgimiz vardı ama oradaki insanlarla konuşunca ne kadar büyük çaplı bir asimilasyon olayı olduğunu anladık. Bu olayın onlardaki etkisini gözümle görmek, kalbimle hissetmek bambaşka bir kapı açtı benim için. Artık oynamanın ötesinde anlamak empati kurmak ve o olmak denilen noktaya geldim diyebilirim. Hatice Anne’nin yaşadıklarının içime işlediğini hissettim. Artık onu oynamak yerine o oluyorsunuz. Bu konuşmalar ve bu topraklarda çekiyor olmak o enerjiyi duygularıma işledi. Birden bu insanlardan biri oldum. Ve oradaki insanlar bana “Siz buralı mısınız diye soran bile oldu” Bu oyuncuya her zaman olacak bir şey değil. Konsantre bir atmosferde çalıştık. Kafamızı dağıtacak bir şey yoktu. Bir nevi kampta gibiydik. Aile olduk, yürekler bir oldu ve güzel bir şey çıktı ortaya. Çok zenginleştiğimi hissettim. Kariyer olarak düşünmüyorum, insan olarak çok şey kattı bu film bana. Öyle insanlarla tanıştım ki; iyi kavramının bir insanın bedeninde nasıl vücut bulduğunu gördüm. İyi olma hali üzerine kendi içimde de bir yolculuğa çıktım.”